“İnsan, bilmediğinin düşmanıdır” sözü, atasözü mesabesinde hayatımızda yerini almıştır. Bu sözü kanıtlayıcı örnek deliller çok sayıdadır. Bunun bir örneğini vererek yazıma başlamak istedim.
Türkler, İslamiyet’i ilk yıllardan itibaren duymuşlardır. Hz. Ömer (R.A.)’’in halifeliği zamanında Türklerin İslam ve İslam ülkeleri ile ilişkileri artmıştır. Ne hazindir ki Türkler devlet ve millet olarak İslamiyet’i kabule direnmişlerdir. Zamanla sınır boyları başta olmak üzere Türklerin fert fert Islama girişi vaki olmuştur. Genel duruma baktığımızda İslam’ı kabul etmemek için 100 yıla yakın direniş yapılmıştır. Bu kabul etmeme direnişinde en büyük pay insanın bilmediğinin düşmanı olmasıdır. Aynı durum başka topluluklar için de söz konusu olmuştur.
Toplumlar; yaşam, mal-mülk, özgürlük vs. açısından tehlikeli düşündükleri için İslam’ı kabul etmede direnç göstermişlerdir. Bu da cehaletten, bilmediğinin düşmanı olmaktan kaynaklanan bir durumdur. Günümüzde dahi bu durumun devam ettiği topluluklar vardır.
Türkler ve Araplar birlik oluşturarak, Çinlilerle 751 yılında Talas Irmağı yakınlarında Talas Savaşı’nı yapmışlardır. Bu savaşta Müslümanlarla yardımlaşan Türkler, Çinlileri mağlup etmişlerdir. Bu yardımlaşma, Türklerin toptan İslamiyet’e girişini kolaylaştırmıştır.
Türkler, savaş sebebiyle Müslümanları ve İslamiyet’i tanımışlar. İslamiyet’in Tek(Allah) Tanrı, ahiret inancı, üstün İslam ahlakı, temizlik, insana ve tüm varlıklara saygı ve sevgi, daha güzel kurban kültürü, ibadetlerdeki kolaylıklar, şehitlik ve gazilik, devlet ve millet sevgisi… Türklerin İslamiyet’e girişini kolaylaştırmıştır. Türkler, İslam hakkında hür iradeleri ile bilgi elde ettikten sonra devlet olarak da Müslümanlığı kabul etmişlerdir. İlk Müslüman –Türk devleti
Karahanlılardır. Burada önceleri bilinmeden İslamiyet’e karşı çıkılmış sonra da bilgi sahibi olunduğunda toptan İslam’a giriş vaki olmuştur.
Cahillik, özü itibarıyla herhangi bir konu hakkında bilgi sahibi olmamaktır. Bunun sonucu o kadar kötüdür ki cahil insan söz dinlemez, kabul etmemek için karşı çıkar, kolay kötülük yapar, kendi düşüncelerinden ve bilgisinden başka doğru olamayacağını düşünmekle kalmaz. Yanlış düşüncelerini kabul ettirebilmek için vahyi bilgiye dahi başta çamur atar. İnsanları ve ideolojileri karalar. Cahil insanın en tehlikeli durumu, doğrunun sadece kendi bildiğine inanmasıdır. Onun niçindir ki Peygamberimiz(S.A.V.) insanları “Sakın ha cahillerden olma” diye uyarmıştır.
Çoğu Müslümanı üzen bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu da Hz. Âdem(A.S.)’den bu yana insanların bilmediğine düşman olmasıdır. Ne hazindir ki bilmediğine düşman olmak; vahiyle gelen bilgilere bilgisizce inanan kişilerde ve inanmayanlarda görüldüğü gibi güçlü inançlı algılanan Müslümanlarda da görülmektedir.
İnançlı insanların araştırıp bilgi sahibi olmaksızın inançlı insanlara saldırması, onlara bilerek-bilmeyerek iftira atması, kendi cemaatinden olmayan insanları küçümseyip yok sayması dikkatleri celp etmektedir. Öncelikle belirtmekte yarar vardır. Herhangi bir konu hakkında araştırıp öğrenmeden, bilgi sahibi olmadan konuşmak, ”onlar yanlıştır, dine aykırıdır” gibi sözler sarf etmek doğru değildir. Böyle yapmak suretiyle dine hizmet yaptığını iddia etmek, İslam Dini açısından yazıyorum: Çok tehlikelidir, kardeş kavgasına en büyük sebeptir ve dine zarar vermektedir. Bu şekilde dini yaşantıdan bahsetmek doğru değildir. Dinimiz benlikle beraber senliği de ister. Konuyu biraz örnekleyerek açmak istiyorum.
Siyaset, cemaatleşme, farklı mezhepler, yeni oluşumlar, maddi menfaatler… İslam âleminde parçalanmalar ve bu parçalanmalar sonucunda Müslümanlar arasına aşırı nifak ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Birkaç defa yazdığım üzere nifaklar her yıl çok sayıda Müslümanın Müslüman tarafından öldürülmesine neden olmuştur.
Herhangi bir konu hakkında bilmeden konuşmak, bilmediğinin en büyük düşmanı olmaktır.
Devletleri bölen ve yok olmaya mahkûm eden en büyük düşman, cehalet sonucu ortaya çıkan parçalanmalardır. İç ve dış düşmanların bunlardan nemalandıkları tarihi örneklerle doludur.
Buluşmak dileği ile… Hoşça kalınız.