Afganistan’ın Belh şehrinde 1207’de dünyaya gözlerini açan Muhammed Celâleddin’in babası alimler sultanı diye anılan Muhammed Bahâeddin Veled, annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun. Muhammed Celâleddin’in babası mesleği gereği Karaman’da kendisi için yaptırılan medresede 7 yıl vazife görür. Ardından Muhammed Bahâeddin Veled; Selçuklu Sultan’ı Alaeddin Keykubat’ın davetiyle ailesi ile birlikte Selçuklu başkenti Konya’ya yerleşirler. Muhammed Celâleddin; 1231’de 85 yaşında vefat eden babasının ardından vazifenin başına geçer.
Mevlana, babasının ölümünden sonra, Şems ile tanışır. Babasının alimliğiyle şekillenen tasavvufi yapısı ve vaazları böylelikle Şemş’in ışığıyla artık yatağından taşan cevher halini aldı. Taha Dağlı’nın Sinan Yağmur ile yaptığı röportajında Şems’in bilinmek ve tanınmak diye bir isteğinin olmadığı vurgulanır. Yağmur, Mevlana’nın kendisininde dile getirdiği gibi Şems’in eserinin Mevlana olduğunu ifade ederek, Şems’in yanlış tanıtılmasında rolü olanların, Şems’i beğenmeyenlerin eseri nerede diye sormaktadır. Sinan Yağmur, Şems’in ne sırra kadem bastığının ne de Mevlana’nın oğlu Alaeddin tarafından öldürüldüğünün doğru olduğunu açıklamaktadır. Yağmur; Şems’in Hasan Sabbah’ın önderliğindeki Haşhaşiler tarafından bozgunculuğa ve şiddete karşı olduğu için kara listeye alındığını ve öldürüldüğünü aktarmaktadır.
Mevlana, Şemsle muhabbetinden rahatsız olanlara karşı şu şekilde karşılık vermiştir: “Onun ışığı vurmazdan önce sadece ölü bir nakıştım taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rabaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler, ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucundan çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lakin siz bunların hiçbirini göremezsiniz.”
Bugün sadece Anadolu topraklarında değil tüm dünyada büyük bir ilgiye mahzar olan Mevlana Celâleddin Rumi; 25.618 beyitten oluşan Mesnevisiyle zihinlerde derin izler bırakmıştır. Şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı Kebir, hükümdar ve devrin ileri gelenlerine nasihat için Mektûbât, meclis sohbetlerinin derlendiği ve siyasi bir takım olaylara da ışık tutan 61 bölümden oluşan Fîhi Mâfih, Mevlana’nın Şemsle karşılaşmasından önceki verdiği vaazları içeren Mecâlis-i Seb’a diğer eserleridir.
Mevlana’nın eserlerini neden Türkçe kaleme almadığı yoğun tartışılan bir konudur. Kendisi medresede farsça bilen, felsefede, tasavvufta ve İslami bilimlerde yetenekleri olan elit bir topluluğa ders veriyordu. Dönemin medreselerinde genellikle Farsça kullanılıyordu. Devletin resmi yazışmaları da Farsça idi. Resmi yazışmanın Farsça oluşu; 1277 yılına kadar sürmüştür. Vezir Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil ilan etmesine kadar Anadolu’da Farsça yazışma dili idi. Mevlana’nın doğduğu Belh’te kullanılan Türkçe ile Anadolu’da kullanılan Türkçe arasında da farklılıklar vardı. Bu iki temel sebepten Mevlana eserlerini Farsça kaleme almıştır.
Mevlevilik; Mevlana’nın vefatı ardından oğlu Sultan Veled tarafından teşkilatlanmıştır. Musikişinas olan Sultan III. Selim Mevlevilikte düstur olan 1001 günlük çilesini tamamlayarak Mevleviliği kazananlardandır. III. Selim müsiki anlamında büyük katkılar sunarak o devre kadar bilinen bestelerin notalarının çıkarılması konusunda çalışma yaptırmıştır. Yakın bir tarihe gelirsek dikkatimizi çekecek bir diğer Mevlevi ise; Hasan Ali Yücel’dir. Cumhuriyet döneminin en uzun Maarif Vekilliğini yapan Hasan Ali Yücel, çocukluğunun Mevlevi atalarının yaşattığı tasavvuf kültürü içinde geçtiği bilinir. Cumhuriyet döneminde ise Mevlana Türbesi kapatılan türbeler arasında yer almamıştır. Önemine binaen Atatürk tarafından Mevlana Türbesinin silikleşen yaldızlı ayrıntılarının restorasyonu konusunda çalışma yapılması istenmiş ve türbenin korunması sağlanmıştır.
Mevlevîliğin âdâb ve erkânına ait hemen her ritüelde gülbank çekilmektedir. Mevlevî gülbankları, diğer tasavvuf ekollerinin gülbanklarına benzemekle birlikte şekil, içerik ve işlev açısından özgün bir yapıya sahiptirler. Gülbank; Farsça’da gülün sesi, bülbülün şakıması anlamına gelmektedir. Mevlevilikte gülbanklardan biri; “ Vakt-i şerif hayrola, hayırlar fethola, şerler defola, Allahu azimuşşan ism-i zatının nuru ile kalbimizi pûrnûr eyleye. Demler sefalar ziyâde ola. Dem-i Hazret-i Mevlana, sırr-ı Şems-i Tebrizi, kerem-i imam-ı Ali hû diyelim hû!”
Ölümü; öze dönüş olarak anlamdıran Mevlana, 17 Aralık 1273’de vuslata ermiştir. Mevlana Divan-ı Kebir eserinde; yaşamın esası ölümden ibaret, korktuğumuz ölümün ana ögesi hayat. Allah’ın, teni yıkması kurtuluş. Zira insan ten zindanında mahpus der. Mesnevi’sinde; kuşa kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş? Nasıl tatlı? Bana da bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı der.