Dedem önde biz arkasında yürüyoruz. Güzellikler arasında bir de gölgeler dikkatimi vardı. Yürürken yolun çoğunluk itibarıyla gölgelik olması dikkatimi çekmişti. Sağıma, soluma ve tepeme bir baktım. O da ne? Ağaçlar neredeyse yolların çoğu yerini kapatmış. Yolun çoğu kesimi patika olmuş. Aklıma bir anda okuduklarımdan Heidi ve Evliya Çelebi geldi.
Heidi, dağlarda yaşıyordu. Yaşamı hayvanlarıyla beraberdi. Ormanların ve hayvanların sağladığı imkânlarla mutlu şekilde yaşam sürdürüyordu. O gün Heidi’nin yaşamının kıskançlığını ve içimdeki isteğini yaşadım.
Ünlü Seyyahımız Evliya Çelebi Anadolu Topraklarını dolaşırken şöyle demişti, ”Anadolu’da seyahat ederken gölgeden gittim, Güneş görmedim. Elbette o, abartı yaptı. Ben ise abartı yapmadan yazıyor ve anlatıyorum. Öteyüz’e seyahat ederken benim yaşadıklarım Evliya Çelebi’nin yaşadıklarından az değil fazla idi.
Beraber seyahat ettiklerimizden Zeki dalgınlığımı fark etmiş olacak ki “Bayram yine bir şeyler düşünüyorsun. Okulda mısın? Düşüncen seni çalılara taktırıp düşürmesin, uğraştırma bizi.” dedi. Dedem de,
“o, evde de öyle. Dalıp gider. Öyle ama akıllıdır o. Biraz sonra Atıf’ın Mezarlığı’nda dinleneceğiz sabredin. Yolu da nerdeyse yarılıyoruz. Binek hayvanlarımız yok ki, yoksa çoktan varmış olurduk.”
Yaklaşık 15-20 dakika daha yürüdük. Bize göre yolun sağ tarafında bir pınar gördüm. Hemen bağırdım: Buğara ( pınar) bakın. Yolculukta olanların neredeyse hepsi bana dönüp “ne bağırıyorsun? Onu bizde gördük. Şimdi oturup dinlenip su içeceğiz”dediler.
Dedem, Atıf’ın mezarını işaretle gösterdi ve anlatmaya başladı. ”ben Atıf’ı tanıdım. Vurulup öldürüldüğünde yaşım 17 idi. Büyük
savaş zamanında daha önce anlattığım üzere dağlarda çok sayıda kaçak vardı. Bunlar asker kaçağı ve normal suçlular idi. Barınma, yeme-içme imkânları olduğu için ormanlarda yaşarlardı. Zaman zaman yol kesip de yolcuların para, eşya ve yiyeceklerini aldıkları olurdu. Atıf da bu yol üzerinden atıyla gelip giderdi. Domatta (Sipahiler) akrabası olduğu söylenirdi. Anlatıldığına göre oraya çok gidermiş.1917 yılında bir yaz günü atıyla Öteyüz’den Sipahiler’e giderken silahla vururlar. Atın üzerinden düşer. At, yolu ve köyü bildiği için Sipahiler’e kadar gider. Atın, vurulup düştükten sonra bir müddet onun yanında durduğunu düşünüyorum. Zira atların, üzerinden düşeni beklediği anlatılır. Uzun süre gelen olmadığı için Atıf’ı terk etmiştir, diye düşünmek de doğru olsa gerek. Atı gören Sipahililer şaşırır. O da ne? At boş. Atın köye boş gelişini görenler birbirlerine çağırırlar. At, kişner. Etrafa “Atıf, Atıf “diye seslenirler, seslenirler. Kimse yok. Köylüler aralarında karar kılar. Atın geldiği yerin Öteyüz tarafı olduğu kararında birleşirler. Aramaya başlarlar. Suyun yakınına geldiklerinde Atıf’ı vurulmuş ve ölmüş vaziyette bulurlar. Köyüne falan haber verilir. Oradan cenazeyi taşımak için gelirler. Fakat o zamanda taşımak imkânsız gibi görülmektedir. Aralarında değerlendirme yaparlar. Mezar kazıp buraya defnetmeye karar verirler. Hatta cenazeyi bu buğardan aldıkları suyla yıkarlar. O zamanda da hocalar var. Bu defin işi hocaya danışılarak onun önderliğinde yapılmıştır. Mezarı güzel yaptılar. Taştan mezarlar daha doğal oluyor. Üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen mezarlık sapasağlam. Sularınızı için! Artık kalkalım. Mezarlığa yakından bakalım. Bildiğimiz dualardan okuyalım. Atıf’ı vuran ya da vuranlardan hiçbiri halen bulunmuş değiller. Yalnız kardeşi Durnam bir düğünde “onu ben öldürdüm “demiş. O sarhoşun sözüne de inanılmaz. Ayık gezdiği yok ki. Burası Atıf’n vurulmasından sonran buğarı ve çevresi ile Atıf’ın Mezarlığı ile anılır oldu.”
Kalkıp, su içtik ve mezarın başında dualar okuyup yolumuza devam ettik. Ben, bu mezara sahip çıkıp bakımını yapanlara da dua ettim. İçimden kıyaslama yaptım. Köyümüzdeki birkaç mezarın dışındaki mezarlar bunun yanında çok bakımsız görüntü sergiliyorlar. Demek oluyor ki Atıf’ın yakınları ölülerine de saygı gösteriyor. Soruyorum da o mezarın halen aynen bakımlı olduğu, pınarın yerine çeşme yapıldığı söyleniyor.(2024)
Devam edecek.
Buluşmak dileği ile… Hoşça kalınız.