Selânik; Balkan yarımadasını boydan boya kesen yolların düğüm noktasındadır. Ayrıca bu yolları işlek deniz ulaşımına bağlayan, korumalı bir limana sahiptir. Bu özellikleriyle tarihin derinliklerinde önemli bir ticaret merkezi olarak yerini almıştır. Selânik; coğrafyasının sağladığı bu özellikleriyle Bizans’ın da siyasal, ekonomik ve kültürel alanda İstanbul’dan sonra gelen ikinci önemli merkezi olmuştur. Osmanlı fetihleri içinde bu anlamda mühim bir hedef olduğundan 1430 yılında II.Murad tarafından Türk yurduna dahil edilmiştir. Osmanlı bünyesinde 1912 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Selânik, Mustafa Kemal’in doğduğu, çocukluğunun, gençliğinin geçtiği şehir aynı zamanda.
Yıl 1910: Selânik’teki görevini yürütürken Mustafa Kemal, Picardie Manevralarını izleme amacıyla Fransa’ya gönderildi. Selânik’e dönüşünden kısa süre sonra 1911’de Arnavutluk’ta çıkan isyan üzerine bu isyanı bastırmakla görevli harekâtta yer aldı. Ardından 3. Ordu karargâhındaki görevinden alınarak 5. Kolordu karargâhında, daha sonra yine Selânik’te bulunan 38’inci Piyade Alayı’nda görevlendirildi. Burada başarıların üzerine başarı ekledi, kumandanlarının ve arkadaşlarının sevgisini, saygısını kazandı. Yine aynı yıl Selânik’teki bu vazifesinden İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı’nda bir göreve tayin edildi. 1911’de İtalyanlar, Trablusgarp’a hücum edince Tobruk ve Derne, Bingazi bölgelerinde gönüllü mahalli kuvvetlerin başına geçti, binbaşılığa terfi etti. 1912’de Derne Komutanlığına getirildi ve yedi ay sonra Balkan Harbi başlamıştı. Bunun üzerine Trablusgarp’tan İstanbul’a geldi. Baba ocağı Selânik olayların süratle gelişmesi sonucu düştü ve Bulgar Ordusu ilerleyerek Çatalca’ya kadar geldi. Selânik’e düşman ayak başınca birçok Türk ailesi gibi Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım ve kardeşi Makbule’de güçlükler içinde Selânik’ten göç edip İstanbul’a geldiler. Genç Mustafa Kemal’i bu elim vaziyet derin bir yeise sürükledi. Balkan Savaşları acı, gözyaşı ve hayal kırıklıklarının toplamı idi. Selânik’in bu durumunu anonim bir parça olan ‘Selânik’e Ağıt’ ı dinlerken hissedebiliriz. Sözleri ise şöyle; Ak kâğıt üstünde kara yazıyım- Selânik’te ben bir müftü kızıyım- Düşmanlar içinde nasıl gezeyim- Yetiş imdadıma Üçüncü Ordu- Gece geldiler de Selânik’i bastılar- Yiğitleri de kollarından astılar- Çocukları da bütün acımadan kestiler- Yetiş imdadıma Üçüncü Ordu.
Osmanlı’dan kopan bir şehir olan Selânik ve şehirde yaşayan tebaanın yaşadığı zorluklar; askerlik mesleğini gönül vermiş genç Mustafa Kemal için yürüdüğü yolda büyük hedefler ve başarıların da kaynağı oldu. Selânik; bağrında Mustafa Kemal’i yetiştirdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu. Nadide bir zümrüt misali bu şehir; kendi kıymetine yanaşır bir komutan, lider bize hediye etti. Yeryüzünde dünyadaki gelişmeleri takip edebilen, ileri görüşlü, bilimi önemseyen, halka bütünleşen, bağımsızlığa inanan, çocukları önemseyen, kadına saygı duyan eşine az rastlanır bir devlet başkanıydı. Kadınların da eğitimden yönetime, ticaretten bilime her alanda yer alması gerektiğini savunuyordu. Bu çağda yaşadığımız gelişmelere bakarak övünç dolu bir mazi bıraktığını görebiliyoruz. Ömrü savaş meydanlarında geçmesine rağmen savaştan çok barış demesi. Hiçbir dünya lideri evrensel bir bakışla çocuklara eğilmez iken, o tüm dünya çocuklarına bayram hediye edecek kadar yüce gönüllüdür. Bu özelliği milletine hizmet ederken aynı zamanda dünya barışına hizmet eden bir dünya lideri olduğunu da bize göstermektedir.
Mustafa Kemal’in; ; kendi ülkesi ve ulusu için istediği ve olmazsa olmaz kabul ettiği bütün hakları, diğer ülkeler ve uluslar içinde aynı derecede samimiyet ve sıcaklıkla istediğini biliyoruz. Şöyle demekteydi: “Mesut bir dünya içinde mesut bir Türkiye.” İnsanlığın çektiği acıları görüyor, ciddi şekilde üzülüyor, adeta içi yanıyordu. Yabancı devlet adamlarına şöyle ifade ederdi: “bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin de huzurunu, refahını düşünmek ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya milletlerinin de saadetine aynı derecede hizmet etmeye çalışmalıdır. Bütün akıllı insanlar takdir ederler ki bu vadide çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez…”
Bazı liderleri sadece yaptıkları vahşetle hatırlarız. Bu insanlık suçlarını özetlemek gerekirse; 15 inci yüzyılda Amerika kıtasına yerleşen Avrupalıların Kızılderililere karşı yaptığı soykırımın izleri bugün zihinlerde. Günümüzde Kızılderililere yapılan vahşet Şükran Günü altında kutlanarak anılmakta. 1992-95 yıllarında ise Sırplar tarafından Boşnaklara karşı Srebrenitsa Katliamı. Yine 1992’de başka bir coğrafyada Ermenilerin Azerilere karşı, Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabasında sivillere karşı soykırımı. Lakin Mustafa Kemal önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti olarak varlığını sürdüren Türk Devleti, dünya barışını koruma yolunda büyük çaba göstermiştir. Aynı zamanda diğer ulusların kendi siyasi varlıklarına saygılı bir şekilde yönetim anlayışı benimsemiştir. Şu anda dünyanın itirazlarına rağmen 1 ayı aşkın süredir İsrail tarafından Filistinlilere karşı katliam yapılmakta. Dünya kamuoyu acilen sivillerin kayıplarını durdurmak ve yardımların bölgedeki insanlara ulaşabilmesi için tez ateşkes yapılmasını isterken İsrail ve Amerika başta olmak üzere bu çağrılara kulak tıkamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Filistinlilere yapılan bu katliamı önlemek için yoğun bir diplomasi yürütmektedir.
Yaşanan bu sıcak olaylar da göstermektedir ki savaşı başlatmaktansa barışı yaşatmak daha yüce bir meziyet. Mustafa Kemal Atatürk bu anlayışla 1925 yılında Türk-Bulgar Dostluk Anlaşması, Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı, 1926’da Türk-Fransız Dostluk –İyi Komşuluk Ve Saldırmazlık Anlaşması, Türkiye-İran Dostluk Anlaşması imzalar ve Ankara Anlaşması ile İngiltere’yle ilişkiler geliştirilir. 1928’de ise Türkiye-Afganistan Muhadenet Ve Teşriki Mesai Antlaşması, Cenevre silahsızlanma Anlaşması, Türkiye-İtalya Tarafsızlık, Uzlaştırma Ve Yargısal Çözüm Antlaşması, Balkan Antantı, Akdeniz Paktı, Sadabat Paktı gibi birçok diplomatik adımlar atar. Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği istikbal haritasında olduğu gibi medeniyetleri yıkan savaşı yaymaktansa barış ile muasır medeniyet inşa eden liderleri yetiştirmeliyiz!
10 Kasım 1938’de ebediyete uğurladığımız Türkiye Cumhuriyeti Kurucusuna minnetimiz büyük. Ruhu şad olsun..!