Orman yangınları, son yıllarda aşırı artış göstererek dikkat çekmektedir. Çok sayıda ülke orman yangınları ile adeta boğuşmaktadır. Yangınlar, genellikle alışılmış tabirle “galip geliyorlar” diyebiliriz. Geçmiş yıllarda çok sayıda yangın, günlerce ve aylarca sürdü, söndürülemedi. Bazı ülkelerde yağan şiddetli yağmurlarla doğal olarak söndü.
Orman yangınlarının ekonomilere verdiği zararı tespit etmek, matematiksel ifadelere dökmek pek mümkün değildir. Sadece tahmini birtakım ifadelerde bulunuluyor. Yangınlar, hem geçmişi hem de geleceği siliyor.
Yangınların yaşamda insan ölümleri, yabani ve evcil hayvanların yanıp kül olmaları, evleri ve diğer mekânları yok etmeleri, toprağın gücünü zayıflatmaları gibi çok sayıda zararlarına şahit olunmaktadır. Zararlar, çoğu kez telafisi mümkün olmayan ve yıllarca sürecek sonuçları ortaya çıkarmaktadır.
Her yangın en azından telafisi çok zor sonuçlara neden olmaktadır. Bu böyle bilindiğine göre yangın öncesi uygulanabilir tedbirler alınması elzem görülmektedir. Ne yapılabilir? Sorusuna verilecek cevaplar çok sayıdadır. Yıllar öncesinde orman yangınları için tedbirler babında çok sayıda yazı yazdım.
64 yıllık hayatımda çok sayıda karşılaştırmalar yaptım. Bunlardan birisi, orman yangınları ile ilgilidir. Bazılarını paylaşayım.
Yıl 1974,aylardan eylül. Devrek (Zonguldak) Pelitli Köyü Karazan Tepesi’nde yangın çıktığı haberi hızlı şekilde yayıldı. Çok sayıda görevli ve görevsiz yetişkin insan, yangın bölgesine ulaşıp yangını çok kısa sürede söndürdü. Bu söndürüş, daha çok doğanın yangına karşı hazır oluşunun sonucuydu. Nasıl mı? Bu soruya zihnimde çok sayıda cevap
oluştu. Yangın mahalline ulaşmak güç oldu. Başta uzağına kadar yol vardı. Yangın bölgesi, dik ve ıslaklıktan dolayı kaygandı. Zorlukla, bata-kaya yangına ulaşmıştık. Ulaştığımızda beni en çok sevindiren durum, sadece gazalların yanmış olmasıydı. Yanan ağaç görmedim. Söndürme de insanların ellerinde basit araç-gereçler vardı. Hatta askerler botlarıyla ateşin önünden çiğneme suretiyle söndürme eylemini gerçekleştiriyorlardı. Radyolardan dinlediğimizde başka yerlerin yangınlarında çam, köknar, meşe, zeytin incir… ağaçlarının ve makiliklerin kül olduğunu çokça duymuştuk. Bu yangında böyle durum yoktu? Bu benim dikkatimi çekmişti? Yıllarca cevap aradım. Cevabı da yine kendim buldum.
Batı Karadeniz Bölgesi, genelde sıcaklığı yüksek olmayan bölgedir. Bölgemiz rutubetli, Doğu Karadeniz Bölgesi’nden sonra yağmuru ve buna bağlı suyu bol olan bölgedir. Karasal iklim fazla görülmez. Bölgemizde, gezdiğim ormanlarımızda yıllar öncesinde çok sayıda pınara rastladım. Sular, çıkış yerlerinde soğuk ve KM’lerce akarak çok sayıda ağacı sularken rutubet yapıyor ve aktığı yerlerde yeşilliğin gürleşmesine neden oluyor. Akan sular, çevreyle ilgili durumu canlandırıyor. Dağ keçisi, domuz, kurt, tavşan, tilki, ayı… suyun bol olduğu yerlerde yaşamaktadır. Yaban hayvanları eski zamanlarda yerleşim yerlerinden uzakta yaşarken son yıllarda insanların yaşam yerlerine indi. Kasaba kenarları ve içlerinde, asfaltlarda dolaşır oldu yaban hayvanları. Çok sayıda ağaç, ormanlık alanlarda kurudu ve kuruyor. Bazılarının nesilleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Karaağaç onlardan bir örnektir. Bu durumu orman işletmesiyle çok kez paylaştım.
Doğal hayatın zarar görmesinin nedenlerinden birisidir ihtiyaçtan fazla suların,yerleşim yerlerine ve evlere alınması. Gezip öğrendiğim, bildiğim kadarıyla yazıyorum. Çok sayıda köyde 2-3 suyu olanlar var. Köylerde mahreci köy ve yakınları sular da çok sayıda,
– ihtiyaçtan çok fazla demiyorum. Çok çok fazla su akıyor köylere. Akış nasıl? Borulardan akan sular, bir kısmı kullanılıp ve çoğunluğu kullanılmadan çoğu kez ve çok miktarda kanalizasyon borularından akıp gidiyor. Öyle duruma şahit oldum ki sular su, sistemini patlatıyor diye tuvaletlerden akıtılıyor. Bazı evlerde muslukların kapandığı vaki değil.
50-100 KM sulama ile akan sulara, o (sıfır) KM sulanmaksızlıkla engel olunmuştur.
Önemine binaen birkaç yazı yazacağım.
Buluşmak dileği ile…Hoşça kalınız.