Atalarımız “yiğidi öldür, hakkını yeme “demişlerdir.
Tarihçiler bilirler, Timur, sertliği ile bilinen büyük bir devlet idarecisidir. Başarıdan başarıya koşmuş, yenilgi yüzü görmemiş bir komutandır da. Biri hariç anlatmayacağım sorumluluğunu üstlendiği halkının hakkını verdiği gibi düşmanlarının da hakkını vermiştir. O, Celaleddin Harzemşah hakkında sorulan sorular ve anlatımlar üzerine cevap verir.”Celaleddin Harzemşah, büyük bir insan ve komutandır. Keşke benim böyle bir oğlum olsaydı”
Timur’un düşmanı olan onunla, savaşan Yıldırım Beyazıt’ı ayakta karşılaması, ona değer vermesi ve esirden ziyade büyük bir devlet başkanı olarak ağırlaması da anlatılacak türden hak verme olarak değerlendirilmelidir.
Peygamberimiz (S.A.V)’in iki azılı düşmanı vardır. Bunlar, Müslüman olmadan önce şer cephesinin liderleri Hz. Ömer (R.A) ve Ebu Cehil’dir. Peygamberimiz bunları büyük görmüş, küçümsememiş ve üstüne üstlük onlardan övgü ile bahsetmiş, ”Allah’ım! Ömer ya da Ebu Cehil’le bu dini kuvvetlendir” dualarında bulunmuştur.
Bedir Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrayan müşrik ordusu ağır kayıplar vermişti. Yakınlarını kaybeden komutan karısı Hint, intikam ateşi içinde kocası Ebu Sufyan’ı savaşın ardından tekrar savaş açmak için sürekli sıkıştırmıştı. Hatta korkaklıkla suçlamıştı: Ebu Sufyan, ona ”sen Muhammed(S.A.V.)’le savaşmayı kolay mı zannediyorsun? Allah, ona yardım ediyor. Ben yine savaşacağım.” demişti.
Ebu Sufyan, Bedir Savaşı’nda mucizeye şahit olduğu için eşine yukarıdaki cevabı vermişti.
Din görevlisi arkadaşlara bazı uyarılar için yukarıdaki anlatımları yazdım.
İncelemeler sonucu yazılarımı yazıyorum.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Bazı din görevlileri ve görevli olmayanlar, görevleri yanlış, eksik yapıyor. Doğru yapanlara karşı çıkıyor, engel oluyor ve kavga ediyor. Vatandaş, yüksek harcamalarla vefat eden yakınları için hazırlık yapıyor. Yakınlarımız öbür hayatta huzurlu olsunlar istiyor. Nasıl olsa doğru-yanlış ayırt edilemiyor diye görevli ve görevli olmayanlar kafalarının estiği şekilde yanlışlarla dolu dini merasim yapıyorlar. Genel itibarıyla okunan Kur’an aşırı yanlışlık içeriyor. Dinde yeri olmayan ve türkü, şarkı ve arabeskten esinlenerek bestelenen ilahiler okunuyor. Çok sayıda okuyuşlarda çocukların oynadıklarına şahit oldum. Denilecek ki, ”insanlar, ilahi okunurken duygulanıyor, ağlayanlar bile var” Din duygu ile değil, naslarla yaşanır. Biliyorum. Çoğu kez cemaatin istekleri doğrultusunda ilahi okunuyor.
Yanlış okunan Kur’an konusuna çoğu kez kapalı uyarılarda bulundum. Çok sayıda din görevlisi benimle kavgaya tutuştu Okuyuşlarıma engel oldu. Ben de: Tamam okumayayım da yanlışlığa göz mü yumayım? Cevabını verdim. Doğruyu okutturacağıma, yanlış okunsun daha iyi olur anlayışında olanlar var. Bir müezzinlik dahi yapılamıyor. Bir yerde müftünün birisine,
-namazlar doğru kılınıyor mu? Diye sordum. Dikkat çekmek istiyorum. Kılınan çoğu namazların kılınışları, dinimizde var mıdır? Namazlardaki bu yanlışlar, namaza bağlılığı zayıflatıyor. Yanlışları düzeltmeye çalışmak dini bir görevdir. Düzeltmeye engel olmak, dinin neresinde vardır?
Ben her zaman söylemişimdir. Bu dinin sahibi, doğrusu vardır. Günümüzde din adına yapılanların çoğunun dinde yeri yoktur. Yapılanlar, dine, devlet yapısına, insanlığa zarar verici niteliktedir. Susmak mı gerekir? Yanlışlıklara susmak değerlere vurulan en büyük
darbedir. Doğru üzere olan ve doğruları öğretmeye çalışanlara hakkını vermek gerekiyor. Yanlışlar karşısında sürekli susmak, menfaat için onlara destekçi olmak, dine ve din görevlisine yakışmıyor. Beni, dinin doğrusu mutlu eder. Ülkemizde yapılan dini etkinlikleri iyi tahlil etmek gerekir. Yanlış dinden, din, devlet, millet ve tüm insanlık zarar görür. Geçmişte bedeller ödenmedi mi?
Devam edecek.
Buluşmak dileği ile… Hoşça kalınız.